www.turkcedebiyatders.tr.gg
- ...
 
SİZİN KÖŞENİZ
ÖZEL DERSLERİMİZ
GİTAR DİNLETİSİ
AİLENİN EĞİTİMDEKİ ROLÜ
EN YENİ HTML KODLARI
Anketler
TÜRKÇE
TÜRKÇE SORULAR
SİTENİZE REKLAM
cep melodileri
bedava telefon ister misin?
herkesi şaşırt
günlük burç
magazin haberleri
bedava SMS
KOMiK ViDEOLAR
tarihte bugün
sinemada bu hafta
videolar
gazeteler
ilüzyon
BİLGİ YARISMASI
video chat
canlı tv izle
oyunlar
HAYVANLAR ALEMİNDE KOMEDYA
CANLI MAÇ İZLE
TIKLA VE KAZAN
SON SAVAŞ OYUNU iÇiN TIKLAYIN
SİTENİZİ EKLEYİN HİTİNİZ ARTSIN
VAR MISIN YOK MUSUN? OYNAYIN
SOHBET / CHAT
GÜNLÜK BURÇ YORUMLARI
MSN"DE ÖZEL DERS
fotoğraf ekle
SİTEMİZE ÜYE OL
 

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

..

ALÇIDAN HEYKEL

 

Tanıştığım günden beri enginle

Bir taşın üstünde hayale daldım.

Bulacaksın koymuş gibi elinle,

Ben nerde doğmuşsam o yerde kaldım.

 

Kimi esti başucumdan yel gibi,

Kimi sızdı bir toprağa sel gibi...

Yalnız ben, alçıdan bir heykel gibi

Sonsuzluğu dinlemekten tat aldım.

 

Ses topladım, renk topladım derinden,

Geniş his ve hayal bahçelerinden...

Fakat artık en görünmez yerinden,

Yaralanmış bir kap gibi boşaldım.

 

      ALİ       

Namluya dayanır yola dalarsın

Duruşun bakışın yaman be Ali

Boşuna tetiği ne kurcalarsın

Var daha ateşe zaman be Ali

 

Yıllanmış bir çınar pusuluk yerin

Neredeyse gelecek beklediklerin

Var iki atımlık canı kederin

Desene işleri duman be Ali

O'nu sen büyütte söğüt boyunca

Kendini ellere versin o gonca

Sözüne kanmadın bunu duyunca

Gönlündü gözünü yuman be Ali

 

Geldiler beklenen çiftler ormana

Duruyor iki genç ne hoş yanyana

Bir kurşun kadına bir de çobana

Çınlasın yıllarca orman be Ali

Görünce uzanmış yar kucağına

Boynunu dolamış zülfü bağına

Kurşunu kahpeye atacağına

Kendine çevirdin aman be Ali


ALLAHAISMARLADIK       

 

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,

Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git...

Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın

Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

 

Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı

Andırıyor ışıksız evinde pencereler.

Biraz yeşermek için beklesin artık kışı

Çağlayansız yamaçlar,suyu dinmiş dereler.

 

Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,

Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:

Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,

Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.

 

Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,

Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.

Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,

Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.

 

Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü

Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.

Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:

Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.

 

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,

Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.

Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın

Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!


ARDINDA     

 

Yaktı yanardağ gibi can yurdunu son bakış,

Ve gönlüm koşmaz oldu maceralar ardında.

Önünde dün beyazlar giyinirken karakış

Bugün sensiz kalan yaz kara bağlar ardında.

 

Siyah kanatlarını batıya açtı kuşlar,

Benden sana haberdir bu çığlıklı uçuşlar.

Dereler ardın sıra akmağa koyulmuşlar,

Arıyor batan güneş seni dağlar ardında.

 

Gezdirir rüzgar gibi üstünde yamaçların,

Boynuma çifte zincir çift örgülü şaçların.

Ateşimden yanarken dalları ağaçların,

Gözlerimin sel gibi yaşı çağlar ardında.

 

 

 

 

BAĞ BOZUMU         

 

Kuytu ormanları, tenhâ bağları

Geziyor mevsimin yorgun rüzgârı.

İnce dallar kırık, yapraklar sarı,

Geçmiş bu yoldan da, belli sonbahar.

 

Duyulur bir ayak sesi gizlice

Hâlî bahçelerden rüzgâr esince:

Geçen bir yolcu mu, yoksa her gece

Yollarda beklenen bir kadın mı var?

BEŞİKTEN MEZARA KADAR         

 

Seni istakbal için önce gelmek cihana,

Ve başkasınan almak sonra geliş müjdeni.

Bir nefes dinlemeden yıllarca koşmak sana,

Aramak her tarafta... Bulmamak asla seni.

 

Suda, rüzgarda,kuşta senin sedanı duyup

Seni beyaz çiçekli dallar içinde sanmak.

Vuslatın rüyasını görmek üzre uyuyup

Hasretin azabına ermek için uyanmak.

 

Başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü,

Boyamak gözlerini bir siyah, bir maviye.

Tek seni hayal için süzerek batan günü,

Gece mahtaba dalmak, sen de dalmışsın diye.

 

Seni anlatmak üzre yazıp her gün bir gazel

Geçirmek ömrü yalnız sana dair eserle.

Saçlarını çözerek hulya dizinde, tel tel,

Bugün güllerle örmek, yarın menekşelerle...

 

Tesadüf ümidinin bittiği müşiş anda

Dudağa kanla çizmek yeniden tebessümü:

Seni istikbal için artık öbür cihanda,

Dosta el sallar gibi, davet etmek ölümü.

BİZİM MEMLEKET  

 

İçimden tanırım ben o illeri

Onlar ki zahirde viran olurlar

Ardıçlı dağları çamlı belleri

Aşanlar Şirin'e hayran olurlar

 

Dökülür köpüklü sular yarından

Baharlar yaratır kışın karında

İçenler sihirli pınarlarında

Şöyle bir silkinir ceylan olurlar

 

Başı boş kırlara salar tayını

Elinden düşürmez okla yayını

Aklına getirmez zafer payını

Memleket yolunda kurban olurlar

 

CENNET VE CEHENNEM   

 Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim,

Ya rüyada bir seyyah, ya semavi Çin'deyim,

Bir orman yangınıyle kızardı karşı dağlar,

Taraf taraf tutuştu meş'aleler, çırağlar,

Bir renge girdi eşya günün altın tasında,

Bu kızıl kâinatın gezerken ortasında.

Birden alev alıyor düşünceler, duygular,

Ateştir burda hattâ ateşe düşman sular...

Burda her göz ateştir, her gönül ateşperest,

Ateş vermiş çizdiği esere bir çiredest!

Duyuyorum bu akşam, din gibi, sevda gibi,

Ne duyarsa içinden bir Mecûsi rahibi:

Andırıyor hisarlar birer tütsü kabını,

Leylekler ezberliyor Zerdüşt'ün kitabını,

Benziyor bir mermere alnını koyan dere

Bu ateş mabedinde bir ateşten ejdere.

Parlıyor bir damla kan çamların sorgucunda

Birer kâğıt fenerdir meyveler dal ucunda,

Gördüm, sihirbaz gibi geçtiğini üç kızın

Bu ateş âleminin içinden yanmaksızın! ...

Sandım, ömrüm bitecek, bitmeyecek bu yanma! ...

                                    

ÇOBAN ÇEŞMESİ    

 

Derinden derine ırmaklar ağlar,

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,

Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,

Ne söyler su dağa çoban çeşmesi.

 

'Göynünü Şirin'in aşkı sarınca

Yol almış hayatın ufuklarınca,

O hızla dagları Ferhat yarınca

Başlamış akmağa çoban çeşmesi...'

 

O zaman başından aşkındı derdi,

Mermeri oyardı, taşı delerdi.

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.

Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

 

Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,

Kerem'in sazına cevap veren bu,

Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...

Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

 

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,

Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,

Ateşten kızaran bir gül ararda,

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

 

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,

Tarihe karıştı eski sevdalar.

Beyhude seslenir, beyhude çağlar,

Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...

 

DAĞLAR       

 

Yaslanır bir buluttan bir buluta başınız,

Gövdeniz Tanrım gibi gökte yaşardı,dağlar!

Engin kanatlı kuşlar olmasa yoldaşınız

Tepenizden bir güneş,bir ay aşardı,dağlar!

 

Kalbini göstermese göğsünün yırtığından,

Yol mu bulurdu Kerem kurduğunuz yığından?

Cihangirler hızını göklerden aldığından

Üstünüzden sel gibi ufka taşardı,dağlar!

 

Siz,ki yalnız kahraman geldi mi geç derdiniz,

Yalnız ulu canlara karşı baş eğerdiniz,

Nasıl oldu o soysuz kıza geçit verdiniz,

O taş yürek bu işi nasıl başardı,dağlar?...

 

 

DAVET          

 

Seni ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık;

Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık.

 

Çalmamış madem ki bir gece felekten gönlüm;

Gelecek bari elinden gelsin dilerim ölüm.

Toprağın rengi kanımdan kızarırken yer yer;

Uzanıp sapsarı, son busemi koymazsam eğer;

Obenim kalbimi göğsümden ayırmış çeliğe.

gezsin ismim yedi kat gökte kahpe diye.

Beni mahfetmeden alemde obiğane duruş;

Bana sal yalvarırım pençeni, ey yırtıcı kuş.

 

İşte ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık;

Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık


ERİYEN ADAM        

 

Gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,

Eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.

Zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,

Ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.

 

Yanında damla damla bittiğimi duyarım,

Yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?

Bir göğüs geçirerek derim ki: 'Yine varım,

Fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'

 

Bir gün,için içimde neyim varsa alacak,

Varlığım bir su olup kabından boşalacak,

Benden nişan olarak kucağında kalacak

Boş bir yığın: Elbisem, gömleğim, boyunbağım.

 

 

FİRARİ           

 

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin

Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile

Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin

Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile.

 

Sana çirkin demedim ben, kafir demedim

Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin

Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim

Bu firar aklına nereden, ne zaman esti senin.

 

Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine

Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.

Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine

Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek.

GENÇLİK      

 

Anlattı erenler: Bir bahar değil,

Aşıkın ömründe bin bahar varmış.

Hicranla ağaran bu saçlar değil,

Savgisiz kalan kalb ihtiyarlarmış...

 

Sorardım sırrını hiç düşünmeden:

'Bu fani gönlümün sevinci neden?'

Beni günden güne meğer genç eden

Daima değişen maceralarmış!

 

Gönlümde kovalar eskiden beri

Sarışın kumralı, kumral esmeri.

Dolmadan boşalmaz birinin yeri.

Gönlümde, anladım, her dem baharmış.

 

 

GİZLİ BAKIŞLAR     

 

Bir bakışki açıyor gönül muammasını,

İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,

Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,

Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.

 

Bir bakış, bir aşığa neler anlatır,

Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır

Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder,

seven insanlar daima gözleriyle yemin eder.

 

       GÖNÜL         

 

Bağından her güzel bir gül seçerdi,

Bundan mı sarardın soldun, ey gönül?

Kadınlar geçerdi,kızlar geçerdi,

Bir zaman aşk için yoldun, ey gönül!

 

Dünyaya baksan da gülümser gibi

Uzuyor hayatın bir keder gibi,

Ellerde dolaşan kadehler gibi

Yıllarca boşaldın, doldun, ey gönül!

 

Çare yok,matemin çok derinse de,

Hasretin tükenmez yaşın dinse de.

Gençliği hoş geçti,eğlendinse de

Sanmam ki bahtiyar oldun, ey gönül!

 

GÖRMEDEN TAPTIĞIM PUT          

 

Nasıl gönül taparsa Tanrı'ya, görmeksizin,

Var adını bilmeden bağlandığım bir peri...

Bir beyaz dalga gibi hep o engin denizin

Üstünde gezmedeyim doğduğum günden beri.

 

Ne ben yedim ihtiras peteğinin balından,

Ne o tattı arzunun buğulu kevserini,

Ne kırda kestiğimiz taze incir dalından

Kaval yapıp çağırdık gönül türkülerini...

 

Gördü mü efsaneler buna benzer haile?

Leyla böyle sevilmiş, böyle sevmiş mi Mecnun?

Yavrusuna tapınan analık aşkı bile

Şehvete benzer biraz yanında bu duygunun.

 

O bir gülüdür, yetişmiş kalbin altın tasına,

Ve bir bülbül ki yalnız şi're vermiş sesini:

Ne sular genç yüzünü nakşetmiş aynasında,

Ne güneş yere sermiş boynunun gölgesini!

 

 

 

 

HAMD U SENA        

 

Ne var ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru, iyi;

Arayan fikri, bulan râhu, seven sevgiliyi

Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahmân'a şükür.

 

O büyük Rabb'e şükürler ki, ayak bastığımız

Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız;

Ve yer üstünde hayâlin cereyânınca uzun,

 

O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde,

Lûtfunun feyzini, görsün diye insan yerde;

En büyük nîmete hamd, en küçük ihsâna şükür.

 

O büyük Rab ki, ufuklar boyu nîmetlerini,

Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünûn mahşerini

Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına

Şimdiden vâdediyor başka bir âlem yarına;

Mâ-i Tesnîm'e şükür, Ravza-i Rıdvân'a şükür.

 

O ki, sedâsına yandıkça bütün mahlûkat,

Arş-ı Alâ'da Ezel kasrına çıkmış yedi kat,

Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde...

En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde

Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür.

 

 

 

 

İNANCINI KAYBETMİŞ ZÜMRELERE SESLENİŞ...        

 

Gövdeler, varsa gönüllerden alır cevherini,

Yürek olmassa bilekler çekemez hançerini,

Kahramansız yaşamak kahrına mahkumdurlar,

Kaybeden zümreler Allahını, Peygamberini.

 

 

HAN DUVARLARI   

 

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı

Bir dakika araba yerinde durakladı.

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,

Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...

Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...

Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

Ellerim takılırken rüzgarların saçına

Asıldı arabamız bir dağın yamacına,

Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,

Yalnız arabacının dudağında bir ıslık

Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.

Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar

Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.

Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.

Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince,

Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince

Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi

Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi

Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine

Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.

Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali

Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,

Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan

Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan

Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,

Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...

Kendimi kaptırarak

 

 

 

 

 

                                           

HAYAT          

 

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle

Dağ,taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!

 

Yara açsın kayalar ayaklarında,varsın,

Varsın omuz başların kamçılardan kızarsın,

Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını.

Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle

Dağ,taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!

Sırtında bir tüy gibi taşı taştan yükünü,

Görmesinler belinin, sakın, büküldüğünü...

Başında şakladıkça, atlıların kırbacı

Anla ki her gün sana hız veriyor bir acı!

Yara açsın kayalar ayaklarında varsın,

Varsın, omuz başların kamçılardan kızarsın,

Hayda, sarıl yollara... Ardına bakma, hayda!

Sen yük altında haykır, yatsın eller sarayda.

İnce bir iz bırakır yere sızdıkça kanlar,

Seni bulur izinden ıslığını duyanlar...

Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını,

Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,

Fırtına, yağmur,soğuk... Ne varsa üstüne çek!

Bu çetin yolculuğun sonunda,gün gelecek,

Sırma saçlar saracak her kan akan yerini,

Gül dudaklar öpecek o kırbaç izlerini...

 

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle

Dağ, aş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!

 

                             

 

İNME

 

Bir gün,

Uzak bir yolculuktan sonra, nefes nefese,

Kalbimin çarpışını sofranda sayacağım.

Ömrümü vermek için ağzından çıkan sese

Kapını sol elimle aralıklayacağım...

Yabancı bir fısıltı söyleyecek adını,

Tanıdığım bir gülüş kıvrılacak içerde.

Vurur vurmaz duvara kapının kanadını

Karşımda ürperecek halı, sedir ve perde.

Korkma!

Sana ne dil uzatır ne de el kaldırırım,

Gözümü kan bürümüş diye benden çekinme:

Nasıl birden düşerse bir ağaca yıldırım

Beni baştaan aşağı çarpar o lahza inme.

Sakın kalkma köşenden, ısıttığın yerde dur,

Yine öpsün o dudak... Sarsın o kol belini!

Eşiğinde canımla ödüyorsam ne olur

Bir kadına inanmış olmanın bedelini? ...


İSTANBUL    

 

Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde

Geniş ufukları efsanevi hikayelerin

Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin,

Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde...

 

O mai dalgaların bu sesiyle perverde

 

Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin,

Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin

Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde.

 

Bütün bedayi'-i ezman, nefais-i a'sar

Bu mai çehreli İstanbul'un beyaz ve uzun

Ufuklarında bulur penah şi'r ü füsun

 

Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde;

Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var

Bütün tulu' ve gurubunda, subh u leylinde


KIR TÜRKÜSÜ         

 

Yayılır karanlık sisler engine,

Korkarım, bakamam sana ben yine.

Yıllarca dalardım solgun rengine

Güneşten nur uman gözler yanmasa!

 

Vadide bir hazin nağme ürperdi;

Bu ıssız dağların sen misin derdi?

Üstünde yabani güller biterdi

Dereler, tepeler seni anmasa...

 

Çoşarak ruhunun bütün hevesi

Yükseldi uzaktan bir çoban sesi.

Bence bir, kırların ye'si,neşesi,

Kolların boynuma halkalanmasa!

 

KISKANÇ     

 

Sakın bir söz söyleme... Yüzüme bakma sakın!

Sesini duyan olur, sana göz koyan olur.

Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın,

Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur...

 

Dilerim Tanrı'dan ki, sana açık kucaklar

Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun,

Kan tükürsün adını candan anan dudaklar,

Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!


KIŞ BAHÇELERİ      

 

Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,

Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı

Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,

Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.

 

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden

Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,

Üstündeki son dallar ağarmış diye birden

Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

 

Yerlerde gezen hatıralar var korulukta;

Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.

Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,

Binlerce dalın verdiği tek meyva güneştir.

 

İçlenme tabiattaki yekpare kederden,

Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.

Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,

Onlarla giden günlerimiz dönmeyecektir.


KIZIMA         

 

Dünyada aşk denilen varlık da yalan,

İnanma, aldanma, kapılma kızım,

Hıçkırır ağlarlar, inanma yalan,

Erkekler yılandır, sokarlar kızım.

 

'Ölürüm ben seni unutmam' derler,

Sen ona aldanma kapılma kızım.

Gelirler önünde secde ederler,

Arkandan lanetler ederler kızım.

 

Şimdi bir çiçeksin göğse takılır,

Solunca kaldırır atarlar kızım.

Aşktan sonra hayalin yıkılır

Baharda saçların ağarır kızım.

 

 

 

 

KOLSUZ        

 

Sağ kolu kesilmiş omuz başından,

Dev adımlarıyla bir yolcu gitti:

Solunda bir kılıç gibi sallanan

Tek kolu anlattı, bu bir yiğitti.

 

Bir dağdı, gölgesi kararttı yolu,

Ardınca yürürken içim yaş dolu

Canlandı gözümde kesilmiş kolu

Sınırda düşmanı göğsünden itti.

 
KOŞMA         

 

Kirpiğine sürme çek,

Kına yak parmağına:

Bu yıl yaşın girecek,

Kız, gelinlik çağına.

 

Anlatıyor duruşum,

Ben sana vurulmuşum;

Ko, düşsün gönül kuşum

Saçlarının ağına.

 

Yaş olsam gözden akmam.

Göz olsam gayre bakmam,

Vatanımsın, bırakmam

Ellerin kucağına!



MELEK-ÜL-MEVT   

 

Hangi ceylan seni kesmiş de çocukken memeden,

Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine?

Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine,

Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden.

 

Seyre çık, sevdiğim,akşamları kurbanlarını;

Yarıyor kalbini herkes sana göstermek için.

Ah, o taş kalbine bir gün heyecan vermek için

Yedi köy halkı sebil etti bu yıl kanlarını.

 

Bir çiçek rikkati sinmiş de ipekten tenine,

Sonra göğsünde çelikten mi dövülmüş bu yürek?

Sen köyün derdine bigane yaşarken,gülerek,

Gömüyor can veren evladını yüzlerce nine.

 

Bir ölüm meltemi halinde eserken nefesin,

Ömrü bir dal gibi aşıklarının,sallanıyor;

İhtiyarlar yanıyor, körpe çocuklar yanıyor;

Sen köyün sıtmalı bağrında cehennem mi,nesin?

 

Hangi ceylan seni kesmiş de çocukken memeden,

Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine?

Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine,

Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden.


NAZ   

 

Gönlümün yok niyeti

Açılmak için sana.

Çektiğim eziyeti

Yüzümden anlasana!

 

Ben,ki her damla derdim

Deniz olsun dilerdim,

İpi elimle verdim

Benliğimi alsana.

 

Kan doldurup tasımı,

Sildim gönül pasımı,

Taşa açtım yasımı,

Söylemedim insana!

 

 

   

OĞLUMA      

 

Biliyorsun ki, oğlum, ortada ne sen varsın,

Ne seni yeryüzüne getirecek bir anne:

Bir gün cihana gelmen mukadderse, anlarsın,

Bu gelişten gözümü, gönlümü yıldıran ne?

 

Her gün saban başında topladığın kederler

Seni yorgun çıkarır sabahın altısına

Çalışkan ellerine bakanlar kirli derler,

Leke derler alnında güneş karaltısına.

 

İnce belin bükülmez zamanın dizlerinde,

Öpülen eteklere ayağını silersin.

Yoksulluğun yüzerek sonsuz denizlerinde

Gördüğün her kıtaya açıktan diş bilersin.

 

Ayağında çarıklar dökülür parça parça,

Göz yaşların çürütür gömleğinin kolunu.

Bir lokmanın ardında dolaşır haftalarca,

Sürgün gibi gezersin kendi Anadolu'nu!

 

Fazilet arkadaşın, hakikat yoldaşınla

Seyredersin yabancı bir ufkun baharını,

Bulutları delsen de yükselen dik başınla

Sonunda mal edersin bir dişiye varını.

 

Akşamları bir camın önünde seni değil,

Elindeki çıkını gözetleyen karındır.

Hakkın önünde eğil, zulmün önünde eğil!

Taçlar bile cihanda eğilen başlarındır...

 

Derdim, omuzlarına yük olmasın bu varlık,

Derdim, oğlum ne haktan, ne kuldan bir şey umsun.

Nasip olmaz kimseye bu kadar bahtiyarlık

Ki sen benim doğmamış, doğmayacak oğlumsun!

 

      ONU BİR GÜN GÖRMEDİM           

 

Yüzüme sert çizgiler çekti senin adını,

Hasret saatlerini saydı saçımda aklar.

Senin ağzından çıkan bir cümlenin tadını

Ne bugün içki verdi, ne bu gece dudaklar!

 

Sorma, nasıl yollarda tutunabildiğimi,

Nasıl siyah rüzgara yaşımı sildiğimi...

Görür görmez kapında yere devrildiğimi

Ürperdi bir tekinsiz kedi gibi sokaklar.

 

Gece muzlim şeklini bana çizmese perde,

Sesin bir sırça gbii kırılmazsa içerde,

Beni bugün serilmiş görenler orta yerde

Yarın da bir çukurun içinde bulacaklar...




ÖLÜMÜ HATIRLATAN KADIN      

 

Kayalıklarda gördüm seni,bir sisli günde,

Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti.

O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde

Çöllerden aşık dönen bir genç intihar etti...

 

Seni her nerde, artık, her ne suretle görsem

Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü.

Ben de o aşık gibi bir kayada ölürsem

Rabb'im mukaddes etsin seni gördüğüm günü!

 

Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin

Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş,

Ey yadı gönlümüzden çıkmayan afet senin

Sevmediklerin değil, sevdiklerin ölürmüş.

 

Bazı ruhum kararır kefenlerden,mezardan;

Yok mu, Rabb'im, ölümün bir güzel şekli,derdim.

O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman

Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim.

 

Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen

Ürpererek: Bu, derim, mezardan bir nefestir!

Buna kıskançlık deme,bence değil yalnız sen,

Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir!

 

Kimse karşında belki titremez gönlüm gibi,

Bense hala korkarım dizinde ağlamaktan.

Teması korku veren tatlı bir ölüm gibi

Daha cana yakındır görünüşün uzaktan...

 

 

 

                             

 

SANA            

 

Gençliğim ardında sürünsün

Aşkına ihanet edersem eğer.

En kalpsiz cellatlar boynumu vursun

Senden başkasını seversem eğer.

 

Allahı unuttum, yalnız sana taptım

Sevmekti maksadım, ben sana ne yaptım.

Bana her yer zindan sen olmadıkca

Aşkım ölmeyecek; kalbim durmadıkca.




SANAT          

 

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,

Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!

Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek

İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar

 

Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda

Gezersin kırk asırlık mabedin içini

Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,

Bize heyecan verir bir parça yeşil çini

 

Sen raksına dalarken için titrer derinden

Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin

Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden

Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin

 

Fırtınayı andıran orkestra sesleri

Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,

Istırap çekenlerin acıklı nefesleri

Bizde geçer en yanık bir musiki yerine

 

Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun

Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,

Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun

Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...

 

Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken

Yazılmamış bir destan gibi Anadolumuz

Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken

Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz

 

 

SEN NERDESİN?      

 

Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,

Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi.

Bir kömür dumanıyle tütsülendi akşamlar,

Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar...

Son yolcunun gömüldü yolda son adımları,

Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları.

Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda:

Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda,

Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye,

Yollarını bekledim görüneceksin diye.

Senin için kandiller tutuştu kendisinden,

Resmine sürme çektim kandillerin isinden.

Saksıda incilendi yapraklar senin için,

Söylendi gelmez diye uzaklar senin için...

Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle,

Saatler son gecemin geçti cenazesiyle,

Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü,

Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü...



SERENAT      

 

Bir nisan akşamı, serin bir günün,

Şark'ın bu sevimli, güzel köyünün

Cenneti andıran bir akşamıydı.

 

Sizi ilk balkonda gördüğüm gündü,

Yüzünüz sararmış gibi göründü,

Acaba ruhunuz çok hasta mıydı?

 

Sordum ki bu kimdir, gülümsediler,

'Eşinden ayrılan bir kız dediler,

'Gezdiği yer işte bu ücra saray.

 

Hicran ne anlamış, sevda ne bilmiş,

Ağlatmış, ağlamış, sevmiş, sevilmiş

Bir güzelmişsiniz, isminizde Ay.

 

 

 

      SON AŞIK     

 

Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,

Ey sevdiğim, ben umitsiz değilim gene

Ak düşünce saçların kumral rengine

Kollarında son aşıkın ben olacağım.

 

Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen,

Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün

Sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün ...

O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen?

 

Ben bir beyaz şaçlı aşık, sen bir ihtiyar ...

O gün bana yalaşırken ey ilahi yar,

Esirgeme gözlerimden bir son buseni,

 

Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın,

Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın

Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni



SON BEKLEDİĞİM  

 

Ufkumda bulutlar kümelerken kara bahtım,

Ben her gönül ufkunda doğan sabahtım.

Devran herkese taslarla zehir sundu da birden

Ben herkese bir neşe yarattım o zehirden.

Bir köprü kurup, zulmetin ardında, seherle,

Bildim gülüp eğlenmeyi ömrümce kederle.

Alnımdaki her çizgi beyaz bir gece saklar,

Bir başka şafaktır saçımın gördüğü aklar.

Farkım ne, emel kaynağı bir körpe çocuktan,

Mademki henüz gelmedi son yolcum ufuktan?

Ömrümce neden yılları zincir gibi çektim,

Mademki bir aşk uğruna can vermeyecektim?

Bir müjde taşır her gün uzaktan bana rüzgar;

Elbet gelecek, gelmedi, bir beklediğim var!

 

Son beklediğim gelmeden, ölsem de yüzünde,

Devran bulacak yar ile ağyarı hüzünde.

İsmim gezecek pembe dudaklarda elemle,

Gözler dolacak bir çocuk ölmüş gibi nemle,

Bir günde doğup can veren altın kelebekler,

Bizden daha genç bir şair öldü diyecekler!

 

      SUYUN ÜSTÜNDE MISRALAR      

 

Dün gece parçaladı bir aslan kafesini,

Bir gönül sonsuz ufka yol aldı kartal gibi.

Fırtınam!Baş ucunda duyunca nefesini

Otuz yıllık bir ağaç eğildi bir dal gibi.

 

Tatmak için enginin şi'rini dalgalarla

Kalbimiz göğsümüzde ayrı bir şeydi yarda.

İki taş heykel oldu vücudumuz kenarda,

Ruhumuz enginlere açıldı sandal gibi.

 

Sonsuzluğun sırrına ererek biz denizde

Sonsuzluğu yaşatmak istedik sevgimizde,

Saçımız ağarmadan toprak olunca biz de

Gezecek maceramız dillerde masal gibi.



ZAFER TÜRKÜSÜ    

 

Yaşamaz ölümü göze almayan

Zafer, göz yummadan koşarda gider.

Bayrağa kanının alı çalmayan

Gözyaşı boşana boşana gider!

 

Kazanmak istersen sen de zaferi

Gürleyen sesinle doldur gökleri

Zafer dedikleri kahraman peri

Susandan kaçar da coşana gider.

 

Bu yolda herkes bir ey delikanlı

Diriler şerefli ölüler şanlı

Yurt için döğüsen başı dumanlı

Her zaman bu sandan, o sana gider.

 


 
Daha hiç anket oluşturulmamış!


 
... .. .. .. .. .. emek elektrik ticaret
- ... .. .. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol